Yıllarca çekilen çileler,
sona ermedi.
Allah Resulü,
Mekke'den sonra,
Taif'te devam eder tebliğine.
Ve nübüvvetin on birinci yılı,
Hazreti Peygamber,
elli bir yaşında,
yanında zeytle,
Taif yolunda.
Allah Resulü, tebliğine Taif'te devam eder.
Belki bu şehrin insanları sözden anlar,
belki bir kişi de olsa,
Müslüman çıkar işlerinden.
Bu umutlarla çıktılar yola,
yine dağlar, yine kızgın çöller geçtiler.
Susuzluk son haddinde,
cefalar son haddinde,
Yeter ki İslam gelsin,
yeter ki Müslümanlar çoğalsın,
Canım kurban olsun, diyordu Nebi.
Ve gözlerini yummadan çıktılar Taif yoluna.
Kiminle karşılaşsa, kimi görse,
bıkmadan İslam'ı anlatırdı.
Ne yazık ki burada da anlamadılar onu.
Yine alaylı sözler ve yine eziyetler.
Kimse nasiplenmedi, kimse inanmadı ona.
Bu da yetmedi,
saygısızca, edepsizce taşlar yağdı üstüne.
Burası Taif.
Yağan yağmur değil,
kızgın taşlardır.
Bu taşlara maruz kalan Resulullah'tır.
Hazreti Zeyd siper gibi Resulullah'ın önünde.
Dokunmayın,
Allah aşkına yapmayın.
Şanlı Peygamber
bir oğul.
O fahri kainattır.
Alın, beni öldürün.
Yeter ki ona ilişmeyin.
Kimse dinlemedi onu.
Kimse aldırmadı onun feryadına.
Atılan taşlar Habibi Kibriya'nın mübarek ayaklarını kan içinde
bıraktı.
Alemler kan içinde kaldı.
Taif cehennem gibi.
Taif sokaklarına azap yağdı.
Hazreti
Peygamber'in yaşlı gözleri Ebu Talip'i arıyor.
Ebu Talip
olsaydı bunlar olmazdı.
Kimse dokunamazdı ona.
Kimse eziyet
veremezdi.
Sen ağlama ey Nebi.
Ebu Talip'ten de güçlü Allah'ın
var ya.
Sen iste şimdi tersine dönsün dünya.
Kaldır başını,
gözlerini semaya dik.
Bak başının üstünde bir bulut, içinde
Cebrail var,
yanında dağlar meleği.
Hepsi senden haberdar.
Hepsinde de sitem var.
Ve en edepli şekilde sana sesleniyorlar.
Ey Nebi,
Taif halkının sana yaptıkları Rabbine malumdur.
Ben
senin emrine verildim.
Şimdi sen emir buyur,
Ebu Kubeys dağını başlarına yıkayın.
Sen emret ya
Resulallah.
Iki dağ birbirine geçireyim.
Yeter ki sen iste.
Ben senin emrindeyim.
Bütün kainat
Resulullah'ın emrine verilmişti.
O isteseydi Taif halkı helak olurdu.
O isteseydi Taif yok olurdu.
Ama o şefkat peygamberi,
o rahmet peygamberi istemedi bunu.
Ve mübarek ağzından merhamet dolu sözler döküldü.
Hayır,
ey Cebrail yapma.
Evet bunlar zalim, bunlar gaddar.
Ama dilerim ki bunların neslinden mümin insanlar doğar.
Öyle mümin ki yalnız Allah'a tapan ve ortak koşmayan.
Ben bundan ümitliyim ve ben buna duacıyım.
Ve müşriklerin hidayeti için Allah'a açılan eller.
Ya Rab bilmiyorlar.
Bilselerdi yapmazlardı.
Hidayet verecek olan ancak sensin.
Ben ancak sana tevekkül eder.
Ancak senden yardım dilerim.
Kusurlarımdan dolayı sana tövbe eder,
sana sığınırım.
Kan içinde kalan mübarek ayaklarla döndüler Taif'ten.
Yazık ki içlerinden biri dahi imana gelmemişti.
Hep alaya aldılar, hep üzdüler Nebi'yi.
Kan içinde kalan başka bir mücahidse Zeyd bin Harise.
Yaş dolu gözlerle Resulullah'ın yarasını sarıyor.
Hep kederle,
hep hüzünle süren bir aylık zorlu Taif
yolculuğundan geri dönüyorlar Mekke'ye.
Ve seneler sonra Hazreti Aişe sorar.
Ya Resulallah,
Uhud Harbi'nden daha kederli bir günün oldu mu?
Sitemli bir cevap çıkar Peygamberin ağzından.
Taiflilerden gördüğümü Uhud Harbi'ndeki kafirlerden çekmedim.
Ne kulun alaylı sözleri,
ne de yaptıkları eziyet yıldıramazdı müminleri.
Onlar hâlâ Allah'ın tebliğinde,
onlar hâlâ İslam'ın nöbetinde.
Bir addas dahi olsa,
bir çöl bedevisi dahi olsa anlattılar İslam'ı.
Kimse çekilmedi bu sevdadan.
Çünkü bu aşk Yüce Rahman'dan.
Ebu Bekir'in sıtkı,
Zeyd'in siper olan vücudu gibi.
Herkes onun yolunda ve onun uğrunda.